Bir yıl kadar önce akşam iş çıkışı Marmaray’la Anadolu Yakası’na geçtim. Üsküdar çarşıda ilerlerken karşımda Prof. Dr. Ahmet Emre Hoca’yı buldum. (Hoca ile hukukumuz 1980’li yıllardan başlıyordu. Bir ara Vefa Yayıncılık dergi grubunda O İstanbul’da yönetim merkezinde, ben ise Ankara Temsilciliğinde aynı dönemde çalışmıştık.) Hoca, 5-6 yaşlarında siyahi bir çocuğun elinden tutmuş bana doğru geliyordu. Selamlaştık. “Kim bu çocuk?” diye sordum. “Bizim Âdem” dedi. Ayaküstü “Nereden sizin Âdem oluyor?” diye sorgulayacak bir ortam yoktu. Ayrıldık.
Geçtiğimiz günlerde Hoca ile Deniz Feneri genel merkezinde bir araya geldik. Zira Hoca ile konuşacaklarımız vardı. Yaptığımız bir saatlik kamera kaydı sırasında ona DEYAM’ın (Deniz Feneri Yoksulluk Araştırmaları Merkezi) hangi şartlarda doğduğunu, hangi faaliyetleri yaptığını, derneğin ilkini 2003 yılında, sonuncusunu 2018 yılında düzenlediği “yoksulluk sempozyumları”nı sordum. Hoca, DEYAM Bilim Kurulu üyesi idi ve o çalışmaların tam da merkezinde yer almıştı, çok önemli bilgiler paylaştı.
Söyleşinin sonunda unutamadığı bir iyilik hikâyesi anlatmasını istirham ettim. Düşündü ve saniyeler sonra “Bizim Âdem’den bahsedebiliriz” dedi. Ben yaklaşık bir yıl önce sormayı düşünüp de sormadığın soruların cevabını şimdi bulacaktım.
Âdem, 21 Haziran 2014’te İstanbul’da bir devlet hastanesinde doğmuş. Onunla ilgili tek bilinen Etiyopya asıllı bir anneden doğmuş olması. Doğumdan saatler sonra annesinin ortadan kaybolması üzerine bir ay sonra mahkeme tarafından Aile Bakanlığı’nın korumasına alınması için karar çıkartılmış. Kararı veren hâkim çocuğa ‘Âdem Bilgili’ adını koymuş.
Âdem, iki yıl sonra ‘Gönüllüler Platformu’na ait Çocuk Evi’ne emanet edilmiş. En fazla beş kişinin kaldığı bu evlerde her çocuk bir gönüllü tarafından iki haftada bir alınıp eve götürülüyormuş. Fakat hem yaşının diğer çocuklardan küçük olması hem de farklı ten rengi sebebiyle Âdem, gönüllü aile bulamıyor, yuvada kalıyormuş…
Yurdun yöneticisi bu durum üzerine Gönüllüler Platformu’nun Yönetim Kurulu üyesi Hamide Bilgili’nin (Ahmet Emre Beyin eşi) kapısını çalmış ve Âdem için gönüllü aile olmasını rica etmiş. Hamide Bilgili, haftada iki defa Âdem’i eve getirip vakit geçirmeye başlamış. Birkaç ayın sonunda yurt yöneticisi ağzındaki baklayı çıkarmış: “Küçük kızın da üniversiteye girdi. Sen artık çocuklarını büyüttün. Âdem’i alsan olmaz mı?”
Hamide Bilgili, bu soru karşısında birkaç uykusuz gece geçirdiğini anlatıyor: “Artık çocuklar büyümüş, torun sevecek yaşa gelmiştik. Kızımız Zeynep 18, oğlumuz Yunus Emre 28 yaşındaydı. Kendi hayatlarımızla ilgileniyorduk ama böyle bir şeye nasıl ‘hayır’ denir ki? Çocuklarıma sordum. Kızım ‘Zaten daha önceden almalıydık!’ dedi. Oğlum, 50’li yaşlar temposundan 30’a düşeceğimizi söyleyerek zorlanacağımdan endişelendi.”
Hamide ve Ahmet Bilgili çifti bir akşam otomobillerine binerek, Âdem’i üçüncü çocukları olarak eve getirmişler…
Âdem, yeni ailesine kavuşurken ortaya ilginç tevafuk da çıkmış… Ahmet Hoca, “İlk gece evrakı karıştırırken eşim şaşkınlık içinde beni yanına çağırdı. O dakikaya kadar biz Âdem’in sadece adını biliyorduk. Soyadının ne olduğunu bilmiyorduk. Merak da etmemiştik. Gördük ki çocuğun soyadı Bilgili! Âdem’e koruma kararı çıkaran hâkim soyadını ‘Bilgili’ koymuş. Demek ki bu çocuğun kaderi bizde dedik. Eşim ağlıyordu. Oturdum, birlikte ağladık.”
Çocuğa “Âdem Bilgili” adının koruma altına alınırken mahkeme tarafından verilmesini, kendilerinin de koruyucu aile olduktan sonra tevafuk sonucu bunu öğrenmiş olmalarının altını çizen Bilgili Hoca, Âdem’e koruyucu aile olmayı da “kader” olarak değerlendiriyor.
Bilgili, “Devlet bunu sahiplenecek, iki yıl yetiştirme yurdunda kalacak ve sonra bir çocuk evine gidecek. Daha sonra bir vesile eşim ile yolları kesişecek… Ama ondan önce devletin sahiplenmesi için tedbir kararı olması gerekiyor, hâkim çocuğa Âdem Bilgili ismini koyacak. Bunların hepsini başka bir şeyle açıklayamayız. Bunların hepsi kader. Onun için kendimizi hayatın akışına biraz daha teslim etmemiz gerekiyor. Bir de işin manevi kısmı var. Doğurmadığınız bir çocuğu yetiştirip topluma armağan edeceksiniz. Hayırlı bir evlat beklentisi içerisinde bu çocuğu yetiştireceksiniz, manevi tatmin olarak bundan daha güzel bir şey olamaz. Bunu ne parayla ne makamla ölçemezsiniz. Bundan daha iyi bir toplumsal hizmet ve hayır hizmeti olamayacağını düşünüyorum” şeklinde konuştu.
Âdem’in esnafı selamsız geçmediğini ifade eden Bilgili Hoca, “Üsküdar’da çarşıda gittiğim belli dükkânlar var, onlar Âdem’i biliyorlar. ‘Âdem nasılsın?’, ‘Ooo Âdem geldi’ diyorlar. Âdem meşhur oldu, herkes onu tanıyor. Cami cemaati tanıyor. Bakkalla her sabah selamlaşırlar, ‘hayırlı işler’ diye seslenir. Onlar da, ‘Âdem baba güle güle’ diyorlar, öyle güzel diyalogları var. Kendi akrabalarımız, kendi kardeşlerim zaten yeğenleri gibi benimsediler. Bizim Adana’daki akrabalar ilk gördüklerinde ‘Emmioğlu’ diye hitap etmeye başladılar. Âdem’e ilk olarak ‘Emmioğlu’ demeyi öğrettiler. Bir de nerelisin denildiğinde ‘Adanalıyım’ demeyi öğrettiler” diye anlattı.
Türkiye’de şu an 4218’i aile yanında 5194 çocuk koruma altında. Bu rakamın, koruma kararı bulunan tüm çocuklar içindeki oranı yalnızca yüzde 27.
Türkiye’de Âdem’in durumunda bulunan yabancı uyruklu 35 çocuk varmış. Bu çocuklar devletin koruması altındalar fakat vatandaş olmadıklarından nüfus cüzdanları yok. Âdem’in de halen kimliği bulunmuyor. Ahmet Bilgili Hoca, “Etiyopya’dan gelme değil. Burada doğmuş. Yasal eksikliklerin tamamlanması gerekiyor” diyor.
Bilgili Hoca bir şey daha söylüyor. Âdem’den ötürü Etiyopya ve Afrika konusunda Hoca’da özel bir “algıda seçicilik” oluşmuş. Genel olarak Afrika kıtası ile ilgili konularda ama özel olarak da Etiyopya konusunda çok özel bir hassasiyet oluşmuş. Âdem’i yanlarına aldıktan sonra üç defa Etiyopya’ya gitmiş, değişik vesilelerle. Hoca, “Türkiye’de okuyan Etiyopyalı çocukları artık gözünden tanıyorum. Onların arasında Âdem’e ağabeyler buldum” diyor.
…
Âdem’in hikâyesini anlatırken Hoca’nın duygusallığının çok arttığını fark ettim. Ben de çok etkilenmiştim dinlediklerimden.
Ben de O’na başka bir Âdem’den bahsettim. Üstelik o da Etiyopyalı. Üniversiteyi Etiyopya’da bitirdikten sonra kendi imkânlarıyla Türkiye’ye gelmiş. Yüksek Lisansını tamamlamış. Doktora imtihanını kazanmış. Maddi imkânsızlıklardan dolayı kaydını yaptıramayacakken bazı hayırsever ve duyarlı insanlar sayesinde hak kaybına uğramadan kayıt işlemini tamamlamış. Benim karşıma bir kardeşim çıkardı onu. “Bu kardeşimize bir iş bulmamız lazım. Aksi halde öğrenimini tamamlayamadan ülkesine dönmek zorunda kalacak” dedi.
Ben de Deniz Feneri Yönetim Kurulu üyesi Av. İsmail Tuğrul Bey’e anlattım Etiyopyalı Âdem’i. Âdem, yüzüne baktığınızda size güven veren, inanmış, mütevekkil ve güzel bir kardeş. (Ben de Etiyopya’ya ilk defa 2000 yılında gitmiştim. Sonra başka Afrika ülkelerine de gitmek nasip oldu. Ahmet Hoca’da olan ‘algıda seçicilik’ bende de var.)
Benim gıyaben bahsettiğim Âdem’i İsmail Bey hukuk müşavirliğini yaptığı Emin Grup’a davet etti. Tanıştılar. O da sevmiş. İsmail Bey, Yönetim Kurulu Başkanı Emin Üstün Bey’in odasına hem de özel bir görüşme yaptığı sırada kapıyı çalıp birkaç dakika vakit ayırmasını istirham ederek giriyor. Emin Bey, “Buyurun İsmail Bey” diyor. İsmail Bey, Âdem’i Başkan’la ayaküstü tanıştırıyor. Sözlerini şöyle tamamlıyor; “Âdem, Necaşî Hazretlerinin torunu, Bilal-i Habeşî Hazretlerinin yeğeni. Kendisinin acilen bir işe ihtiyacı var.” Emin Bey bu takdim karşısında, “İnsan Kaynaklarına götürün. Uygun bir birimde hemen işbaşı yaptırın” diyor.
Âdem çalışmaya başladı. Doktora çalışmalarına devam ediyor. Hayırsever işadamı Emin Grup Başkanı Emin Üstün Bey Âdem’le ilgili verdiği bu güzel karardan kısa bir süre sonra rahmet-i Rahman’a kavuştu. İnşaAllah Necaşi ve Bilal-i Habeşi hazretleriyle cennette komşu olmuştur.
…
Ahmet Bilgili Hoca, “Âdem’le bizi tanıştırın, onu hemşehrisi küçük Âdem’le tanıştıralım” dedi. Tanıştırdım. Hikâyelerimizin devamını başka bir yazıya konu ederiz nasipse…